02 May 2008

Nisan 2008

françaisenglishitalianoespañoldeutschturkishgreekdanish
Campement de migrants dans la forêt, photo de Anaïs PachabézianROMA- Onlar belgeleri olmayan göçmenlerdi, ama herşeyden önemlisi onlar münasebetsiz görgü tanıklarıydı. Bu yüzden sınırdışı edilip aç ve susuz bir şekilde Cezayir sınırındaki sahipsiz topraklara terk edildiler. Onlar, Fas'tan İspanya'ya giderken Hoceima açıklarında
28 Nisan'da meydana gelen ve dördü bebek, ikisi kadın toplam 36 kişinin hayatını kaybettiği gemi kazasından sağ kurtulanlardı. Onlar kaza mağdurlarının bulunduğu şişme botları delip, batmalarına neden olan Fas Kraliyet Donaması'nı suçluyorlar. Ama, Rabat bu konuda sorumluluğu olduğunu iddialarını reddediyor. Fas merkezli bir sivil toplum örgütü vasıtasıyla Fortress Europe kazadan sağ kurtulanlarla telefon bağlantısı kurdu. Üç kazazedenin ifadeleri örtüşüyor: Nijerya, Gana, Kamerun ve Mali'den 80 kadar yolcuyu taşıyan 9 metre uzunluğundaki Zodyak tipi bot Melilla'nın 150 km. doğusundaki Hoceima'dan gece 02.00'da denize açılıyor. Yaklaşık beş saat sonra açık denizde radara yakalanıyorlar. “Askerler bize doğru yaklaştı -Fred telefonda ağlıyor- ve sonra içlerinden biri elindeki bıçakla içinde olduğumuz lastik botu deldi”. Birkaç dakikaya kalmadan botun içindeki hava boşalıyor, alabora oluyor ve batıyor. Yüzme bilmeyenler hemen boğuluyor. Bir kadın bebeğini sıkı sıkı göğsüne bastırmış bir şekilde sulara gömülüyor.

Biraz ötede bir başka kadın üç bebeğiyle dalgalar arasında kayboluyor. Toplam 36 kişi hayatını kaybediyor. Bu sırada Fas Donanması’na ait tekne olay yerinden uzaklaşıyor. Bir saat sonra geri geliyorlar, yanlarındaki üç motobotla 42 kişiyi kurtarıyorlar. Denizden canlı çıkarılanlar anakaradaki Hoceima'ya gönderiliyor ve su, yiyecek verilmeden, tuvaletin olmadığı bir odada 48 saat süreyle kilitli tutuluyorlar. “Sonra bizi bir otobüse doldurdular- diyor Nijeryalı kazazede bir kadın- ve Cezayir sınırına götürüp sahipsiz topraklara bıraktılar. Bıraktıkları yer Ucda'dan (Oujda) çok uzaktı.”. Uzun bir yürüyüşün ardından sınırdışı edilen ikiyüz kişinin bulunduğu, ormanlık alandaki bir kampa ulaşıyorlar. “Gece korunmak için naylonlardan sığınaklar yaptık- diyor içlerinden biri- yardımlar sayesinde ayakta durabiliyoruz, çoğu insan hasta”. Yaşam koşulları çok kötü; ama, Rabat'a geri dönmek düşüncesini, hele hele şehirde gerçekleştirilen son baskınlardan sonra akıllarına bile getiremiyorlar. Bu arada, kazadan sağ kurtulan 42 kişiden yedisi daha kampta hayatını kaybediyor. Onların, gemi kazası, acı, açlık, susuzluk ve uzun yürüyüş derken artık tahammül edecek güçleri kalmamıştı.

İnsanların üst üste doldurulduğu şişme botu açık denizde delip batmasına neden olmak ve 36 kişinin ölümüne sebebiyet vermek, buna “çoklu cinayet” deniliyor. Ama belli ki, Fas dili darija’da buna başka bir isim veriliyor olmalı, zira bu kazaya ait haberler hiçbir gazetede yer almadı. Bir kez daha, başkalarının ölümü insanların umurunda olmadı. Bu utanç verici. Fas tarafından son dönemde alınan 40 adet motorbotun parasının Avrupa fonlarıyla ödenmiş olması, durumu daha da vahim hale getiriyor. Aslında hikaye her zaman aynı. Avrupa güney sınırlarındaki devriye görevi için anlaşmalar yapıyor, sonra da yeni jandarmalarının işlediği suçlara gözlerini kapatıyor.

Avrupa Birliği kapılarında Nisan ayı boyunca en az 101 göçmen ve mülteci hayatını kaybetti. Kanarya Adaları’na ulaşan bir kargo gemisinin ambarında saklanan beş kişi öldü; Türkiye ve Irak sınırında zorla sınırdışı işlemi sırasında Türk polisi tarafından bir nehire atılan dört kişi boğularak hayatını kaybetti; ve İsrail sınırında Mısır polisinin açtığı ateşte Eritreli bir mülteci vurularak öldürüldü. Hoceima’nın 43 kurbanından başka, denizin ortasında, Cezayir-İspanya arasında 24 kişi, Tunus-İtalya arasında Sicilya açıklarında 24 kişi boğuldu, burada son haftalarda havaların iyi gitmesi ve Frontex birleşik devriye hizmetinin başlama tarihinin ertelenmesinden dolayı karaya çıkanların sayısında büyük bir artış kaydedilmekte.

Sadece Nisan ayının son haftasında çoğu Kuzey Afrikalı, bir bölümü de Somalili 1.000’den fazla göçmen Lampedusa’ya geldi. 24 Nisan’da Tunus’un Lampedusa’ya en yakın noktası olan Chebba açıklarında meydana gelen deniz kazasında 23 kurban verildi. Bir gün sonra adanın 80 mil güneyinde bir başka trajedi yaşandı. O gece İtalyan sahil güvenlik ekipleri Malta sularında 241 yolcu taşıyan bir gemiyi kurtardı. Yolcular motorbotlarla karaya taşındılar ama bu operasyon esnasında iki kişi denize düştü. Astsubay Federico Nicoletti ve Astsubay Oronzo Oliva fırtınalı denize rağmen tereddüt etmeden hayatlarını riske atıp suya daldılar. Suya düşen göçmenleri sudan çıkardılar ama ne yazık ki iki göçmen kısa bir süre sonra öldü. Gurur veren bu cesur davranıştan dolayı her iki astsubay Sahil Güvenlik ve BMMYK tarafından da ödüllendirilecek. Bu ödüller, Akdeniz’de de yaşam hakkının önceliği olduğunu teyit edecek; o Akdeniz ki birkaç hafta önce Fas’ta, 2006’da Yunanistan’da ve yine 2006’da Lampedusa’da Minerva isimli İtalyan askeri donanmasına ait torpido muhribinin ve 1997’de Puglia açıklarında Sibilla’nın neden olduğu katliamlara tanık olan, göçmenlerin sık sık reddedildiği, bazen de öldürüldükleri bir deniz.

Denizde kurtarma operasyonlarındaki rakamlar İtalyan sahil güvenliğinin çabalarını onaylar nitelikte. 2007’nin ilk altı ayında İtalyan sahil güvenlik görevlileri tarafından gerçekleştirilen 560 kurtarma operasyonunun %44’ü Malta SAR’da yani Malta’nın arama-kurtarma sularında yapıldı; Ekim 2007’de Sahil Güvenlik tarafından Dışişleri Bakanlığı’na gönderilen notta “bu olayların çoğunun başlama noktası Libya SAR bölgesi” ifadesi yer almaktaydı. Malta makamları bu konuda işbirliğine yanaşmıyor. Ve Libyalıların da bu açıdan hiçbir faydası yok; henüz teyit edilmeyen bir bilgiye göre Libya sahil güvenlik görevlileri geçtiğimiz günlerde bir göçmen teknesine ateş edip bazı yolcuların ölümüne sebep oldular. Malta’nın SAR alanının yüzölçümü İngiltere kadar büyük; bu, Malta’nın kendi olanaklarıyla kontrol edebileceğinden çok daha geniş bir alan. Yine de Malta SAR alanını bir metre bile daraltmaya yanaşmıyor çünkü bu, aynı zamanda FIR (uçuş bilgi hizmeti) hattıyla örtüşüyor. Ve bu da bu küçük ülkeye kendi FIR hattı içinden uçan her uçağa geçiş izni verme hakkı veriyor. Bu sırada Frontex birleşik devriyesi Nautilus III’ün start alması bir kez daha ertelendi. Malta, İtalya, Fransa ve Almanya, devriye görevinin gerçekleşeceği dönemde Libya’nın denizde arama-kurtarma bölgesinde kurtarılan göçmenlerden kimin sorumlu olacağı konusunda birbirlerine düşmüş durumdalar.

Sonunda Libya’dan iyi haberler var. Çoğu kadın 30 Eritreli mülteci, BMMYK, IOM (Uluslararası Göç Örgütü), İtalyan İçişleri Bakanlığı ve bir STK olan Cir’in çabalarıyla İtalya’ya yeniden yerleştirildiler. Bu, Ekim ayında gelen 40 mülteciden sonra Misratah çıkışlı ikinci yerleştirme. Ama 700’den fazla Eritreli ve bir grup Etiyopyalı hala Misratah’daki kampta alıkonuluyorlar, bazısı iki sendedir orada. Ve son zamanlarda çeşitli Libya şehirlerinde gerçekleştirilen baskınlarda 20’si kadın 110 Eritreli yakalanıp Khums ve Misratah arasında bulunan Zliten alıkonum merkezine gönderildiler. Aslında geçen ay Lampedusa’ya gelen Eritrelilerin sayısında azalma vardı. Çoğu Libya’da yakalanmıştı. Diğerleri ise beklemede. Yeniden yerleştirme ile ilgili haberler ağızdan ağıza yayılıyor. Geçtiğimiz aylarda Tripoli’deki BMMYK ofisine iltica kaydı yaptıran çok sayıda Eritreli var. Fakat, yeni kurulan sağcı İtalyan hükümeti ve özellikle yabancı düşmanı “Lega Nord” partisi gözönüne alınınca yeni yerleştirmelerin onaylanacağını düşünmek oldukça zor.

Sıra, Yunanistan’dan sonra Türkiye’de. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiseri daha önce Avrupa ülkelerinden Dublin Sözleşmesi’nin Yunanistan’a yönelik olarak uygulanmasını askıya almalarını istemişti; şimdi de dört kişinin ölümüyle sonuçlanan sınırdışı işleminin ardından Türkiye’nin mültecileri Irak’a sınırdışı etmesini “kınıyor”. 23 Nisan akşamı Türk makamları farklı milletlerden 60 kişiyi, ülkenin güneydoğusunda bulunan Şırnak’daki Habur (Silopi) sınır kapısından Irak’a zorla sınırdışı etmek istediler. Sınırdaki Iraklı yetkililer sadece 42 Iraklının ülkeye girişine izin verirken, 17 İran ve bir Suriye vatandaşını kabul etmediler. Bunun üzerine Türk polisi aralarında BMMYK tarafından mülteci statüsü tanınmış beş İranlının da bulunduğu 18 kişiyi, iki ülkeyi ayıran nehrin kıyısına götürerek yüzerek karşıya geçmeye zorladı. Mülteci statüsü olan bir İranlı da dahil dört kişi nehirdeki güçlü akıntıya kapılarak boğuldular. Cesetlerine ulaşılamadı. BMMYK yasadışı olarak Yunanistan’a geçmeye çalışırken yakalandıkları için alıkonulan beş İranlı mültecinin sınırdışı edilmemeleri için daha önce Türk hükümetine başvurularda bulunmuştu. BMMYK’nin başvurularına rağmen, mülteciler bir otobüse bindirilip sınırdışı edildiler. AB, her zamanki gibi, bu suçla ilgili bir yorumda bulunmadı.

Sara Prestianni’nin Mart 2008’de Mali’nin Kidal şehrinde Cezayir’den Mali’ye zorla gönderilen mültecilerle yaptığı görüşmeleri içeren raporundan bir kesitle bitiriyoruz. Nijeryalı bir adamın söyledikleri şöyle: “Cezayir polisi bize istediğini yaptı. bir şeyler söylemeye çalıştığımızda bizi sopalarla dövdüler. Tamanrasset’deki alıkonum merkezinde 300 kişi birarada tek bir odada kalıyordu. Bize günde bir kere, sadece ekmek ve süt verdiler.” “Penceresi bile olmayan, tamamen kapalı olan askeri kamyonların içinde” Sahra Çölü’nün tam ortasındaki Bordj Mokhtar sınırına doğru götürülüp sınırdışı edildikten sonra göçmenler yürüyerek Tinzaoutine vahasına ulaştılar. “Tinzaouatine’de hiçbir şey yok, çölün ortasındasınız. Neyse ki benim param vardı ve birisine beni Kidal’a götürmesi için 1.400 Dinar ödedim. Tinzaoutine’de parasız olmak tam bir trajedi. Uzun süre orada kalanlar deliriyor.” Görüşme yapılan kişi şimdi Tinzaoutine’nin 300 km. güneyindeki Kidal’da bir getto’da onlarca göçmenin birkaç metrekarelik alanda, yerde dipdibe yattığı kiralık bir evde yaşıyor. Kidal’daki gettoda alınan ses kayıtları ve fotoğrafları Storie Migranti’nin web sitesinde bulabilirsiniz.