01 June 2008

MAYIS 2008

françaisenglishitalianodeutschturkishportuguêsgreekdanish

Lapide sulla tomba di un naufrago afgano a LesvosSISAM - Ne zaman denize girsem kendimi kötü hissediyorum. Sanırım bu normal değil. Turistlerle dolu Yunan adası Sisam’daki küçük koyda adımlarımı dikkatle atıyorum. Ayağımda ayakkabılarım yok. Suyun dibinde ayağım bir cesede takılacak diye korkuyorum. Zihnimde bir hafta önce Midilli’de gördüğüm fotoğraflar var, kıyıda iki çocuk cesedinin fotoğrafları. Balıkçıların söylediklerini ve geçen ay duyduğumuz haberleri hatırlıyorum. Mayıs ayı içinde Avrupa yollarında en az 112 kişinin öldüğü rapor edildi, 102 tanesi sadece Sicilya Boğazı’nda. Geçtiğimiz 20 yıl boyunca en az 12.180 kişi öldü ve Akdeniz bir toplu mezar haline döndü. Bazen yetkililer birkaç cesede ulaşıyor ama kimse bu ölülerin seyahat ettiği hayalet-gemi enkazları hakkında daha fazla bilgiye sahip değil. Son olay burada Yunanistan’ın Sisam adasında gerçekleşti. 20 Mayıs’ta denizden bir ceset çıkarıldı. Bundan dört gün önce, bir balıkçı tarafından kurtarılan bir göçmen adadaki alıkonulma merkezini terk etmeden şu mektubu yazmıştı:

“Bir lastik bot içinde 22 kişiydik…Yunan Sahil Güvenliği bizi fark etti. Bizim botu kendi motorbotlarına bağladılar ve bizi Türkiye kıyılarına doğru getirdiler. Sonra bizim mazotumuzu aldılar ve bizi denizin ortasında öylece bırakıp gittiler. Hava fırtınaya döndü ve dalgalar gittikçe irileşmeye başladı. Bot bir sağa bir sola sallanıyordu. Mayıs’ın 16’sıydı, saat gece 02.00…Bottakiler birbiri ardına denize düşmeye başladılar…sonra bot alabora oldu. Arkadaşımı kaybettim. Yüzmeye, dalgalarla boğuşmaya başladım. Sonunda bir balıkçı beni kurtardı ve beni hastaneye getirdi, oradan da kampa transfer edildim.”

Un gommone sgonfiato su una spiaggia, foto tratta dal rapporto Pro AsylBu mektubun sahibi Yassin Atina’ya gitti ve kendisiyle bir daha görüşemedik. Belki sözünü ettiği bot yolcuları Türkiye’ye ulaşabildiler. Belki de denizde boğuldular. Bu ilk kez yaşanmıyor. Cezayirli olan ve şimdi Sisam’da yaşayan Tawfiq bunu iyi biliyor. Daha 23 yaşında olmasına rağmen ve kıdemli bir harragalar, Yunanistan ve Türkiye arasındaki sınırı tam yedi kez yakmış. Son deneyişinde küçük bir lastik bot içinde, iki kürekle birkaç millik yola yalnız çıkmış. Kardeşi Sufien’in de yolu açık denizde Yunan yetkililerce çevrilmiş. Onunla ertesi gün sahilde görüştük. Önünde soğuk bira bardağı bana 2 Mayıs 2007’ gecesini anlatıyor. İnsan kaçakçıları olmadan, herşeyi kendileri halletmişler. Yolu zaten biliyorlarmış. Kendisi, öbür kardeşi, iki kuzeni ve bir arkadaşı. Hepsi Cezayirli. Lastik botu ve kürekleri kendileri alıyorlar. Kuşadası yakınlarındaki bir kıyıdan denize açılıyorlar, ama yolun yarısında Yunan Donanması tarafından fark ediliyorlar. Görevliler bota yaklaşıyor ve zodiak botu bir bıçakla kesip batmasına neden oluyorlar. Yunan Sahil Güvenlik ekibinin motorbotu, batmaya başlayan lastik botta bulunan beş kişi denize düşüp, geri yüzmeye başlayana kadar orada bir süre daha bekliyor. Neyse ki onlar yüzme biliyordu ve kıyıya ulaşabildiler. Ya içlerinden biri yüzme bilmeseydi ne olacaktı? Ya mevsim kış olsaydı ne olacaktı? 2007 tarihli Pro Asyl raporunda belgeleriyle ortaya konduğu gibi Yunan otoriteleri için göçmen botlarını batırmak sıradan bir uygulama. Kurtarma operasyonlarına katılmamak da. 12 Mart 2008’de Türkiye’den bir botla ayrılan Bilal ve diğer 23 kişi, yardım için Yunan kurtarma ekiplerine telefon ettikten sonra tam dokuz saat çaresizlik içinde beklemişler. Bilal “sonunda Yunan motorbotu geldi ama sadece fotoğraf çekip geri gittiler” diyor. Bu yüzden Türk Sahil Güvenliği’ne telefon etmeye karar veriyorlar ve sonunda 13.30 civarında kurtarılıyorlar.

ritratto di Yasser Arafat su una parete del vecchio campo di detenzione di SamosSon yıllarda Yunanistan’ın Ege kıyılarına ulaşan göçmen ve mültecilerin sayısında artış var. Örneğin daha 2008’in ilk beş ayında Midilli’ye ulaşanların sayısı 4.320’ye ulaşmış, 2007 yılının tamamı için bu sayı 6.370. Çoğu Afgan (2007’nin ilk on ayında 3.285 kişi). Sonra Iraklılar, Kürtler, Filistinliler, Somalililer, Sudanlılar, Moritanyalılar, Senegalliler, Fildişi Sahili’nden gelenler, Nijeryalılar, Cezayirliler ve Faslılar geliyor. Sınırdışı edilmemek için bazı Afrikalılar Somalili olduklarını söylüyorlar. Arap ülkelerinden gelenlerin bir kısmı da kendilerini Filistinli veya Iraklı olarak tanıtıyor. Aslında gerçek mülteciler var. Bunu anlamak için Sisam’daki eski mülteci alıkonulma kampını ziyaret etmek yeterli. Vathy şehrinin merkezindeki bu iki katlı eski bina 2007 Kasım ayında kapatıldı. Orada tutulan mültecilerin duvarlara yazdıkları hikayeler bunu bize söylüyor. Duvarlara Yaser Arafat’ın resimleri ve Filistin bayrağı çizilmiş , Amharik dilinde yazılmış yazılar var; ayrıca Somali’ye Sudan’a sevgilerini ilan eden, Kürdistana özgürlük diye yazılar yazılmış.

Disegno fatto da un bambino detenuto nel vecchio campo di SamosHaziran’ın ilk günü, Sisam’daki alıkonulma merkezindeki 35 kişi tahliye edildi. Bu fırsattan yararlanarak Adanın kendini adamış aktivistlerden Anna ile birlikte tahliye edilen insanlarla görüşmek için Atina’ya giden feribot Nissos Mikonos’a biniyoruz. Valilik onların bilet paralarını ödüyor. İki-üç hafta alıkonulduktan sonra tahliye ediliyorlar. Geçen seneye kadar geçerli olan uygulamadan farklı olarak Yunan adalarında artık kimse üç ay alıkonulmuyor. Aslında iltica için başvuranlar dışında hiç kimse demek lazım. Ama kimse de iltica için başvuru yapmıyor. 2007’de iltica için yapılan başvuruların %96’sı Atina’da yapılmış. Tahliye edilmeden önce polis kendilerine Yunanistan’da iki ay daha kalabileceklerine dair bir belge veriyor, ama iki ay sonunda ülkeyi terk etmek zorundalar. Ama aynı zamanda Patras’daki Achaia bölgesine gitmeleri yasaklanıyor, burada İtalya ulaştıracak sınırı geçmek için kullanılan liman var. Belge sadece Yunanca yazılmış. Kimse kağıtta ne yazdığını anlamıyor. Kimse ne yapacağını ya da Atina’dan sonra nereye gideceğini bilmiyor. Kendi başlarına bırakılıyorlar. Aralarında Gine’den 16 yaşında bir çocuk da var. Atina’daki Pire limanına vardıklarında tek çareleri, metroya binip Akropol’ün bulunduğu tepenin eteklerinde göçmenlerin yaşadığı Omonia’ya gitmek.

Una strada del quartiere di OmoniaAtina’nın Xouthou Caddesi’ndeki ismi olmayan bir barın camları ardında Sudanlı Mülteciler Derneği’nin merkezi var. Derneğin başkanı Adams beni çayla karşılıyor. Adams Darfur’dan kaçmış; Kızıldeniz’deki Sudan limanından kalkan bir kargo gemisiyle 2004’te Girit’e ulaşmış. Atina’da en az 450 Sudanlı ve 400 Somalili mülteci olduğunu söylüyor. Muhtemelen bunların hepsi siyasi mülteci. Ama de facto olarak hepsi ülkeyi terk etmeleri gerektiğine dair emri almışlar. Onlardan biri 1972 doğumlu Abdullah 20 Mayıs 2008’de Sisam’a gelmiş. On gündür resmi olarak kaçak. Ona Satovriandou Caddesi’nde Sudanlıların kaldığı eski bir otel olan Maqi otelde rastladım; yeni gelenler geceliği üç euro karşılığında on kişiyle birlikte aynı odada kalıyorlar. Abdullah’ın veya diğerlerinin Yunanistan’da iltica başvurusu yapmasını engelleyen yok. Ama burada ortalama bekleme süresi üç-dört yıl. Bu süre zarfında çalışma izinleri var, ama başvuru prosedürünün sonunda gelecek cevapların %99’u olumsuz olacak. 2007’de yaklaşık 25.000 kişi Yunanistan’da sığınma başvurusunda bulundu, ama sadece 150 tanesi koruma statüsü alabildi. Bu yüzden herkes başvuru yapmadan ülkeden ayrılmayı istiyor. Yunanistan’ı terk etmek için ya sahte pasaport kullanıyorlar ya da her gün feribotlarla Patras’dan İtalya’ya giden yüzlerce tırdan birine saklanıyorlar. Ama onların kaderleri parmak izlerine bağlı.

Buna Dublin II Düzenlemeleri deniliyor ve sığınma talep eden kişiyi Avrupa’ya adım attığı ilk ülkeye bağımlı kılıyor. Yunanistan’daki sığınma başvurularının kabul oranının İtalya veya İsveç’tekinden elli kat daha az olması bir şey fark ettirmiyor. Eğer parmak izleri Yunanistan’da alındıysa onların sığınma taleplerinin Yunanistan’da işleme konulması gerekiyor. Sudanlı Ali bir yıl önce Norveç’e gitmeyi başardı ama Yunanistan’a geri gönderildi. Sida için de durum aynı, o da İrlanda’dan geri çevrildi. Her şey aslında mantıkdışı. Yunanistan bu insanların ülkede kalmasını istemiyor ve bu yüzden onları Türkiye’ye sınırdışı ediyor ve sığınma talebinde bulunanların çoğuna koruma vermiyor. Ama aynı zamanda da bu insanların ülkeden ayrılmalarını yasaklıyor. Ve ayrılırlarsa da Yunanistan’a geri gönderiliyorlar. Ve bütün bunlar son yıllarda diğer Avrupa ülkelerinde sığınma talepleri yarı yarıya azalmakta iken oluyor. Burada tek sonuç ise, belgesi olmadığı halde Atina’daki inşaatlarda, Olimpiya’daki çileklerin, Atra’daki portakalların toplanmasında çalıştırılan –ve sömürülen- insanların sayısındaki artış. Yunanistan, Avrupa deyince hayal ettikleri, bulmayı umdukları yer değil. O yüzden de seyahat devam ediyor. Patras’dan. Ters yönde ve zorlu bir parkurda. İtalya’ya doğru.

I camion parcheggiati al porto di PatrassoMuhammed bana çizdiklerinden birini gösteriyor. Resimde bir limanın önünde duran gri bir arabada elinde bıçakla bir polis duruyor, bir de kanlar içinde bir çocuk. Bir gün önce polisten kaçarken bu sahneyi kendi gözleriyle gören 16 yaşındaki Jaber bana resimde anlatılan hikayeyi anlatmıştı. Bu, Patras’ta her gece tekrarlanıyor. Gençler on-onbeş kişilik küçük gruplar halinde 7 Nolu Kapı’da iki metre yükseklikteki çitlerden atlıyor ve kamyonların park yerini çevreleyen ikinci sıra dikenli tellere doğru koşuyorlar. Jemmah, “kamyonun İtalya’ya gidip gitmediğini anlamak için lastiklerin ısısına bakıyoruz” diyor. Eğer lastikler halâ sıcaksa, bu kamyonun Atina’dan yeni geldiğinin ve bir gün sonra feribota ayrılacağına işaret ediyor. Böyle olunca polis gelmeden hemen kamyonun içinde kendilerine saklanacak bir yer buluyorlar. Yoksa pek çok sorunla burun buruna gelecekler. Jemmah bunu iyi biliyor. İki ay önce liman polisine bağlı dört memur tarafından yakalanmış. Kulağına tekme atılmış. Sonra da yere yatırılmış ve polis memurlarından biri çıkıp sırtında yürümeye başlamış. Sonunda da onunla eğlenmeye başlamışlar. Bir polis alnına silahı dayamış ve “seni öldüreceğim” diye bağırmaya başlamış. Ve tetiği çekmiş. Silah patlamamış çünkü daha önceden mermileri çıkarmışlar. Tekmeler ve tetiğe basma oyunundan sonra kaç yaşında olduğunu sormuşlar. Ondört yaşında olduğunu söylemiş. Ardından polisler Jemmah’ı bırakıp gitmişler. Bunun gibi pek çok hikaye var. Görevi suiistimal ve cezasızlığın hikayesi. Irkçılığın hikayesi. Nasıl oluyor da bir polis memuru 14 yaşında bir çocuğun başına silahı dayayıp öldürme numarası yapıyor? Ve nasıl oluyor da Ocak 2008 raporunda yazdığı gibi 14 yaşında bir çocuk, İtalya’ya gitmenin başka yolunu bulamadığı için bindiği kamyonun altında ezilip ölüyor?

Ingresso della baraccopoli di Patras“Biz savaş yıllarında doğmuş, savaş yıllarında büyümüş bir nesiliz ve savaştan kaçtık. Doğduğum günden beri yıkım, ölüm ve kaçırma olaylarından başka şeye tanık olmadım. Sevdiklerimizi kaybettik. Haklarımızı yitirdik. Ve mülteci olarak tanınmıyoruz. Mülteci olmak için kaç savaş gerekiyor, kaç ölü gerekiyor?” Genç bir Afgan bunları söylüyordu 25 Mayıs’ta Patras hareketinin düzenlediği toplantıda. Selanikten bu toplantı için gelen bir grup aktivist hemen orada su kemerine kaçak bağlantı kurup Afganların yaşadığı gecekondulara su gelmesini sağlıyorlar. Orada yaklaşık 500 Afgan yaşıyor, üçte biri henüz çocuk. Kamp 1996’dan beri orada. Kürtler tarafından kurulmuş. Şimdi sadece Afganlılar var. Her gece sınırı geçmeye çalışıyorlar. Burası yüzlerce mültecinin kaldığı ve polisin kontrol altında tuttuğu bir çeşit getto. Etrafı çevreleyen kafesler olmasa da insanların kamptan dışarı çıkmasına izin verilmiyor. Her köşede polis arabaları duruyor. İnsanlar yakalanma riskini ve belki de Meriç’deki ya da Atina’daki alıkonulma merkezlerinde üç ay kalma ihtimalini göze alıyorlar. Bu kamptan sadece kaçılır. Geceleri. İtalya’ya. Polis, gemicilik şirketlerinin özel güvenlik güçleri veya tır şoförleri tarafından yakalanmamaya özen göstererek. Ve Yunanistan’a geri iade edilmemeyi veya tırlarda havasızlıktan ölmemeyi umarak. “Biz her gün ölüyoruz zaten ve ölmeye de devam edeceğiz” diye sözünü tamamlıyor toplantıdaki Afgan genci- “Ama sizin gibi biz de insanız. Biz hayvan değiliz ki. Bizim de sizin gibi duygularımız var.”

Un gommone sequestrato dalla Guardia costiera a Samos. A bordo camere d'aria e pannoliniİtalyan ve Avrupalı politikacıların bir kez Patras’a gitmelerini tavsiye ediyoruz. İtalyan Parlamentosu şimdi belgeleri olmayan göçmenlerin suçlu kabul edilmesi ve 18 aya kadar alıkonulma cezasına çarptırılması ile ilgili bir yasayı görüşüyor. Hükümet 10 tane yeni “kimlik belirleme ve sınırdışı etme merkezi”açmak için 600 milyon Euro’yu harcamaya hazır. Haziran’da onaylanacak geri göndermeler hakkındaki utanç verici Avrupa yönergesini bekliyorlar. Avrupa’da olan bitenleri çok ciddiye almak lazım. Her yıl Kanarya Adaları’na, İspanya’ya, Yunanistan’a, Malta ve Sicilya’ya gelen on milyonlarca turist hostesler ve garsonlar tarafından gülücüklerle karşılanıyor. Aynı rotaları kullanan ve sayıları birkaç on bini geçmeyen istenmeyen misafirleri ise, savaş gemilerimiz, uçaklarımız ve uydularımız yakalıyor, alıkoyuyor ve sınırdışı ediyor. Ve yine aynı rotalarda yüzlerce erkek, kadın ve çocuk hayatlarını kaybediyorlar. Ne zaman denize girsem aklıma bu geliyor. Ve sanırım bu normal değil.

Written by Gabriele Del Grande, translated by Pırıl Erçoban