02 April 2008

Mart 2008

russianfrançaisenglishitalianoespañoldeutschturkishgreekdanish
ROMA- “Hatırladığım en son şey çok büyük bir gürültüydü, bomba gibi. Karanlıkta uçtuğumu ve sonra da buz gibi suyu hatırlıyorum. Gemi paramparça oldu: demir çubuklar, camlar, metal kaplamalar, tahtalar başımıza yağmaya başladı […]” Tarihler 28 Mart 1997’yi gösterirken Puglia’nın 25 mil açığında İtalyan bandralı küçük torpido muhribi Sibilla, Arnavutluk bandralı eski bir gemi olan Kater I Rades ile çarpıştı. 19 Mart 2005’te Brindisi Mahkemesi, Kater’ın komutanı Namık Xhaferi’yi dört yıl, Sibilla’nın komutanı Laudadio’yu üç yıl hapis cezasına çarptırdı. Her bir kaza kurbanının ailesine 35,000’er Euro tazminat ödendi. 1999’da Cermis kazasında hayatını kaybeden 20 İtalyan vatandaşının ailelerine 2 milyon Euro tazminat verilmişti. Bir İtalyanın hayatı 60 Arnavuta eş değer. Bu olayda komutanlar suçlu bulundu, ama hiçbir mahkeme, Sibilla’ya Arnavutluk gemisine çarpıp batırması emrini veren politikacıları ve generalleri yargılamayacak. Gemidekiler ağır bir mali krizle sarsıldıktan sonra iç savaşla karşı karşıya kalan Arnavutluk’tan kaçıyorlardı. Kazadan üç gün önce, 25 Mart’ta İtalyan hükümeti Arnavutluk Devlet Başkanı Sali Berisha ile denizde devriyelerin görev yapması ve göçmenleri geri çevirmesi için bir andlaşma imzalamıştı. Andlaşma, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiseri Fazlum Karim’in aksi yöndeki görüşlerine rağmen imzalanmıştı.

Onbir yıl sonra: Mart ayı boyunca Avrupa kapılarında en az 26 göçmenin hayatını kaybettiği, düzinelercesinin de denizde kaybolmuş olabileceği rapor edilmektedir. Batı Sahra’da, Türkiye’de, İspanya’da ve Cezayir’de hayalet gemi enkazlarının kurbanları var. Gemiler batıyor ama az sayıda cesede ulaşılabiliyor. Batan gemiye ait bir ize rastlanamıyor; kimse tam olarak kaç yolcunun boğulduğunu da hiç bilmeyecek.Ama Kanarya Adaları’na ulaşan küçük sandalın (pirogue) içinde iki kişiye ait ceset vardı. Kanarya Adaları’na ulaşanların sayısında ufak bir artış var: 2007’in ilk çeyreğindeki 1.425 kişiye karşı 2008’in ilk çeyreğine ait rakam 1.702 kişiyi gösteriyor. Mart ayının ilk üç haftasında 3.000’den fazla göçmenin ulaştığı İtalya’daki Lampedusa’ya gelenlerin sayısında da artış var. Mısır’da ise silahla ateş açan polis, sınırın öte tarafına, İsrail’e geçmeye çalışan üç mülteciyi öldürdü. Hayatını kaybedenlerden biri olan 25 yaşında Eritreli Karina isimli kadın, biri başına isabet eden üç kurşunla öldürüldü. İsrail’in çoğu Sudan ve Eritre’den yasadışı gelen mülteci akınını azaltmak için Kahire’ye yaptığı baskıların ardından, bu yılın başından beri Mısır polisi en az 10 göçmeni öldürdü, çoğu Afrikalı sayısız insanı tutukladı. Mart ayının kurban listesine yeterli sağlık hizmeti alamadıkları için Hollanda’nın Rotterdam kentindeki mülteci alıkonma merkezinde ölen Rachid Abdelsalam ile Ahmad Mahmud El Sabah’ın isimlerinin de eklenmesi gerekiyor. Ama Yemen açıklarında boğulan 128 Somalilinin isimleri hiçbir zaman bilinmeyecek. Somalililerin göçüne sahne olan Aden Körfezi’nde her yıl binlerce kurban veriliyor.

Video Gli harragas di AnnabaHarragalar. Kemal 39 yaşında. Cezayir’de Annaba yakınlarındaki Sidi Salem’de doğdu. Ona İtalya’nın Sardinya adasında Cagliari’de her Cuma günü park etmiş arabaların ve gelip geçenlerin içinde kutsal kent Mekke’ye doğru bir seccadenin üzerinde diz çöken adamların olduğu küçük bir cami yakınında rastladım. Bu cami bir yıldır Roma’ya, Napoli’ye veya Marsilya’ya gitmeden önce Sardinya’da karaya ayak basan göçmenlere yardım ediyor. Bir yıl önce Tunus’ta yaşayan Kemal marangoz olarak çalışıyordu. 2007’nin başında bir gazeteden ilk kez bir grup Cezayirlinin gemilerle Sardinya’ya giderek Avrupa’ya ayak bastıklarını öğrendi. Aniden Cezayir’e geri dönmeye karar verdi, ama orada kalmayacaktı. Annaba’da herkesi tanıyordu ve onun için kafasına koyduğunu yapmasına yardım edecek doğru kişiyi bulmak gayet basitti. 10.000 Dinar, yaklaşık bin Euro ödedi. Kemal’e karısıyla birlikte bir arkadaşı da katıldı. Onbeş gün sonra bir Mayıs gecesi Sidi Salem sahillerinden yola çıktılar. Her biri sekiz-dokuz yolcu taşıyan dört bot ile. Fakat denizin fırtınalı olması yüzünden balıkçılar geri dönmeye karar verdiler. Ödedikleri para yanmadı, üç ay sonra 28 Ağustos 2008’de yine yola koyuldular. Kemal, gecenin ortasında kendilerinden birkaç mil uzakta İtalyan donanmasına ait bir geminin ışıklarını gördükleri sırada denizin kendisini tuttuğunu, midesinin bulandığını, endişe içinde olduğunu hatırlıyor. Bir dakika sessizlikten sonra bana dalgalar arasında sürüklenen cesetlerden söz ediyor. Yaklaşık on kişi. Onların yakınından geçiyorlar. Bugün Kemal bir doğramacıda çalışıyor. Aylık 300 Euro kazanıyor. Bundan fazlasını isteyemiyor, belgeleri yok. Zaten Cezayir’de olsa ayda 100 Euro’dan fazla kazanamayacaktı. Hem burada kira ödemiyor. Cagliari’de terk edilmiş bir evde yaşıyor. Biriktirdiği parayı evlenmek için harcayacak. Cezayir’de evlenmenin masrafı 5.000 Euro’dan az değil. Ya babası? Onun her şeyden haberi vardı ve oğlu için endişe ediyordu; ama oğluna ne diyebilirdi ki? Söylenecek her söz harragaların öfkesi karşısında anlamını yitiriyor.

Ölsek de kalsak da biz buradan gitmeye mecburuz! Öfke ve acı. Bunlar, Cezayirli rap şarkıcısının Arapça söylediği şarkıda ifade edilen duygular. Arapça’da sınırları “yakan” anlamına gelen 'harraga’ların düşleri ve mağlubiyetleri şarkılara söz oluyor. Bu şarkılar çok ünlü ve çok seviliyorlar. “Bu ülkeyi bir hapishane, bir mezar gibi görüyorlar”. Diyorlar ki: şans yok, hiçbir şey yok, olan sadece nefret. Yoksul insanlar gibi üniversite mezunları ve memurlar da ülkeyi terk ediyorlar. Çünkü “umut denizlerin ötesinde”, her gün birisi gitmeye çalışıyor “özellikle yazın Avrupa’dan gelen arkadaşlarını gördüğünde. Burada her şeyden yoksun olarak büyüyorlar ve şimdi durumları iyi. Avrupa onlara bir iş, bir ev ve bir araba verdi. Ve sen burada bir çıkmazdasın ve birşey yapamıyorsun. Sana oradaki yaşamlarını anlatıyorlar…Ve sen daha da derin bir umutsuzluğa düşüyorsun”. Yolculuk tehlikeli, gazeteler Libya ve Tunus’ta tutuklanan Cezayirlileri yazıyor, 2008 başından en az 13 harraga hayatını kaybetmiş, ama vazgeçmemek, cesur olmak lazım: “Evim uzakta, botum küçük. Dua edelim, sen de beni unutma. Denizin ortasında yapayalnızım, kaybolmuş ve yabancı, üşüyorum ve korkuyorum.” “Gli harraga di Annaba” isimli belgeselde bu şarkıları duyabilirsiniz; etkileyici bir video çekimi de olan Lofti Double Kanon’un ünlü “Ya Lebbar”ının tam içinde de göç var; Reda Talieni’in “Partir Loin”inde de. Senegal’de bile müzik, politikacıların skandallarına daha fazla dayanamadıkları için denizde ölmeye razı olan bir neslin içinde bulunduğu koşulları kınıyor. Awadi ve Kirikou’nun seslendirdiği single’ın adı Sunugaal; Wolof dilinde söylenen şarkının çevirisi aşağı-yukarı şöyle: “Bütün güzel sözlerin, bütün güzel vaatlerin, biz hep onları bekliyoruz…Bütün bu gürültü, bizim umut ettiğimiz bu değildi ki. Kütükten oyduğumuz kayıklarımız sürüklenip gidiyor ve hayatlarını bırakıp giden bizim çocuklarımız”.

Guardia Civil’in Yargılanması: Yüzerek Ceuta’ya ulaşmaya çalıştılar. Biri boğuldu. Tarih 26 Eylül 2007 idi. Altı ay sonra gerçekler bir bir ortaya çıkmaya başladı. O gece, devriye gezen bir İspanyol sahil güvenlik teknesi denizde Fas kıyılarından Ceuta sahillerine yüzen üç erkek ve bir kadını yakaladı. Teknedeki üç görevli onları güverteye çıkardılar ve Fas kıyılarına geri getirdiler. Sonra sahile yaklaşınca can yeleklerini delip bu insanları suya attılar. 1979 Senegal doğumlu olan Laucling Sonko yüzme bilmiyordu. Diğerlerinin gözleri önünde öldü. Şimdi Ceuta’da Santa Catalina’daki mezarlıkta gömülü. Kızkardeşi ve kardeşlinin eşi onu İspanya’da Almería ilindeki Vicar kasabasında bekliyorlardı. Şimdi adalet istiyorlar. “Comisión Española de Ayuda al Refugiado” (Cear) isimli İspanyol STK bu cinayeti kınadı. Ceuta savcısı bir soruşturma başlattı. Üç görevli memur cinayetle suçlanıyorlar. Hayatta kalanların verdikleri ifadelere göre, kurban “yüzme bilmediğini söyleyerek yardım istedi”. Ama görevliler “ona güldüler” sadece. Gerçekten de boğulmak üzere olduğunu anladıklarında içlerinden biri onu kurtarmaya çalıştı, ama artık çok geçti.

Robert Dziekanski: Bu ismi hatırlayacak birileri vardır. Robert Dziekanski 13 Ekim 2007’de vardığı Kanada’nın Vancouver Uluslararası Havalimanı’nda 10 saat bekletilip Kanada Kraliyet Atlı Polisi (RCMP) tarafından en az iki kere taser uygulandıktan sonra hayatını kaybeden Polonyalı göçmendi. Dziekanski’nin nasıl öldüğünü gösteren bir video taserın riskleri konusundaki tartışmaları yeniden alevlendirdi. Taser on metre mesafeden hedefi vurarak sersemleten ve diz çöktüren bir elektroşok silahı. Uluslararası Af Örgütü’ne göre 2001-2007 arasında Amerika Birleşik Devletleri’nde taser ile şoka uğratılan 277 kişi öldü. Ölenlerin %80’ni silahsızdı. Fakat İsviçre Parlamentosu bu riskleri umursamayarak 18 Mart 2008’de taser silahlarının göçmenlerin sınırdışı edilmeleri sırasında kullanılmasına onay verdi. İspanya ise ülkelerine iade edilen insanlara deli gömlekleri giydirmeyi tercih ediyor. Bütün bunlar yabancıların idari nedenlerle alıkonmalarının ve suistimal edilmelerinin normalleştirildiği bir Avrupa’da gerçekleşiyor. Geçen ay Hollanda’daki alıkonma merkezlerinde meydana gelen iki ölüm, utanç verici bu ölüm listesine en son eklenen ölümlerdi. Avrupa Parlamentosu’nun “Sivil Özgürlükler ve Adalet Komitesi” bile yayınladığı son raporlarda göçmenlerin alıkonma koşullarını kınadı. Bu arada, Avrupa Parlamentosu yakında, Mayıs 2008’de, göçmenlerin alıkonma ve sınırdışı edilmelerine ilişkin bir direktif teklifini oylayacak. Eğer kabul edilirse bu yeni bir geri adım teşkil edecek. Direktif tek suçları Avrupa’da yaşamayı istemek olan insanların alıkonma sürelerinin 18 aya kadar çıkarılmasını öngörüyor. Avrupa Parlamentosu Milletvekilleri tarihi bir sorumlulukla karşı karşıyalar. Avrupa Parlamenterleri üzerinde baskı yaratmak için internet üzerinden imza kampanyasına katılabilirsiniz.

Çekiç ve örs arasında. Almanya, İsveç ve Kıbrıs’taki Iraklı sığınmacıların %80’i siyasi mülteci olarak tanınmaktadır. Yunanistan’da bu oran %0. Bu yanlış yazılmadı. Yüzde sıfır. Bu rakamlar Mülteciler ve Sürgünler İçin Avrupa Konseyi (Ecre) tarafından verildi. Yunan makamları 2007 boyunca hiçbir Afgan ve Irak uyrukluya koruma vermediğinden Ecre, AB’ye Dublin II Düzenlemeleri kapsamında Yunanistan’a sığınmacıların iade edilmesi uygulamasının dondurulması çağrısında bulundu. Norveç, İsveç ve Almanya bu çağrıya uydu. Ecre Sekreteri Bjarte Vandvik’e göre “Yunanistan güvenli bir ülke değil”. Yunan yasalarına göre ikamet edilen yerden izinsiz ayrılmak iltica başvurusunun iptaline neden olabiliyor. Bunun anlamı şu: Yunanistan’a tekrar geri gönderilen tüm sığınmacılar ret cevabı alıyor ve genellikle Türkiye’ye sınırdışı ediliyorlar. AB, sınırlarını yeteri kadar sıkı kontrol etmediği için Türkiye’yi suçluyor; ama Türkiye, iltica hakkının sınırlandırılmasını ve ülkede gözetim altında tutulan mültecilerin ağır polis dayağı da dahil maruz kaldıkları kötü şartları ayrıntılarla raporlandıran Helsinki Yurttaşlar Derneği tarafından da suçlanıyor.

İstenmeyen misafirler: “İçinde bulunduğumuz zor durumdan ötürü içimizden biri kafasını duvara vurarak kendini öldürmeye kalktı…Polis ona saldırdı ve hepimizin gözü önünde bayılıncaya dek dövdü”. Bunlar İzmir yakınında bir alıkonma yerinde tutulmuş olan Moritanyalı bir mültecinin Helsinki Yurttaşlar Derneği’ne söyledikleri. Bu, toplam 40 mültecinin söylediklerine dayanarak yazılan “İstenmeyen Misafirler: Yabancı Misafirhaneleri’nde Tutulan Mülteciler” başlıklı raporda bulunan mülteci ifadelerinden biri. Türkiye, mülteciler için güvenli bir ülke değil, özellikle Kürtler için. 18 Mart 2008 tarihinde Türk vatandaşı bir Kürt İtalya tarafından ülkesine geri gönderildi. Güvenlik nedeniyle ismini veremiyoruz. Senza Confine isimli STK için çalışan avukatının iddialarına göre Türkiye’ye ayak basmasının ardından sözü edilen kişi yakalandı. Üç gün sonra, 21 Mart’ta Kürt Yeni Yılı Nevruz kutlamaları şiddete dönüşünce Türk makamlarınca birçok şehirdeki gösteriler yasaklandı. Hastane kaynaklarının El Cezire’ye verdiği bilgilere göre, polisle gösterilere katılan yüzlerce kişinin çatıştığı güneydeki Hakkari iline bağlı Yüksekova ilçesinde bir kişi silahla vurularak hayatını kaybetti. Ama bu sınır devriyesi kapasitesini güçlendirmesi için Türkiye’ye daha yeni 53.4 milyon Euro veren AB için bir sorun değil gibi görünüyor. Sınırlar boyunca yasadışı olanlardan başka kimse yok, ve onları durdurmak için her yönteme izin var.

translated by Pırıl Erçoban